7 Nisan 2008 Pazartesi

DÜN GECE JAMES BOND'U GÖRDÜM BİR ERKEĞİ ÖPÜYORDU


Kankam sayesinde bu akşam ünlü ABD'li yazar Truman Capote'nin yaşamından bir kesitin anlatıldığı INFAMOUS-Gerçeğin Peşinde adlı filmi izledim. Bence orjinal adını Türkçeleştirmeleri daha mantıklı olurdu REZİL-KEPAZE.

Filmde Tiffany'de Kahvaltı adlı romanın da yazarı olan Capote'nin 1960'lı yılların sonunda küçük bir kasabada işlenen bir cinayet haberinden yola çıkarak, bir roman yazma serüveni anlatılıyor.

Film her açıdan bir usta işi. Sağlam senaryo, zengin oyuncu, iyi reji. Ama bu daha çok sinema eleştirmenlerinin işi. Benim derdim başka. Capote bir eşcinseldi hem de filmdeki gibiyse, en fenasından. Dedikoducu, hazır cevap, pragmatist, ben merkezci, feminen, kadınların en yakın ve en zararsız sırdaşı... Eşcinsellere biçilen kaftana çok uyuyor. Hayran kaldım.

ABD gibi muhafazakar bir toplumda eşcinsellik zor zanaat diye düşünüyorum, Avrupa ve Doğu kültürlerinde homosekssüelliğin göreceli olarak daha kolay kabul edildiği kanısındayım. Bu yargım kesin değil ama kendi evinde şapeli (küçük kilise) olan bir aklı kıtı başkan seçen bir toplumun çok da açık fikirli olmasa gerek. Ama Capote taa 60'lı yıllarda, büyük bir ihtimalle "Ben değişeceğime, içinde bulunduğum toplum değişsin" mantığını güderek, yaşamış hayatını. Aşağılanmaların bini bir para. Gülüp geçmiş demek isterdim ama aşağılanmalar ve dışlanmalar pek de gülüp geçilecek şeyler değil. Bunu yakinen yaşadım. Filmin bir yerinde en yakın arkadaşı olan yazar Harper Lee'ye böyle bir şeyler söylüyor. Küçük bir kasabaya geliyorlar. Capote, kadın arkadaşından da daha kadın bir vaziyette. Tüm tüylerini açmış bir tavus kuşu edasıyla dolanıyor kasabanın sokaklarında Capote, insanlar onunla alay ediyor. Arkadaşı bu duruma üzülüyor ve diyor ki, "Biraz kendini toparla, çevreye uyum sağla." Ancak o değişmeyi reddediyor. Kasabalıya o dönemin kült figürleriyle olan ilişkilerini anlatıyor, Humphrey Bogart, Frank Sinetra, Marlon Brando, Marylin Monroe hepsi onun arkadaşı, hatta dönemin ABD Başkanı. Onlarla ilgili anılarını anlattıkça, eşcinselliği artık o kadar da sorun edilmiyor kasabalı tarafından. Bir yarı tanrılık mertebesine erişmiştir.

Filmi izlerken, ister istemez kendi yaşadıklarım aklıma geliyor. İlk ergenlik yıllarında diğerlerinden farklı beğenilerin olduğunu fark ediyorsun, bir hata var diyorsun. Kızlara takılıyorsun, bir hata var diyorsun... Ne aileme açılabildim. Ne mahalledeki abilerime. İlk kez okuldan bir kız arkadaşıma out olduğumda, garibimin bütün harçlığını bana verip beni ünlü olduğu kadar aptal bir psikoloğa göndermesi aklıma geldi. Hastayım ya. Psikolog olacak o yavşağa zor bela eşcinsel olduğumu söyleyince, böylesine iğrenç bir şeyi nasıl yaptığımı sorarak beni daha da beter bir duruma sokması. Beni ancak başka bir psikolog kendime getirdi. Yani biri bozdu biri tamir etti.


Eşcinsel olduğunu kabul etmek biraz da toplumun hor bakışlarına göğüs germeye gerektiriyor. Daha geçen sene, artık kurtarılmış bölgemiz sayılan İstiklal'de ayıcığımla elele dolaştığım için esnaf peşimizden koşup hareket çekti. Gülüp geçtik... Capote gibi olmak her baba yiğidin harcı değil. Benim değil mesela. Hoş kendimi çok da küçük görmeyeyim, bir çok arkadaşımdan daha cesur davranırım eşcinselliğim konusunda. Çok da gizlediğim söylenemez. Açık açık söymesem de özellikle yeni girdiğim straight ortamlarda kendimi belli etmeye çalışırım. Veya konserlerde sevgilimi öpmekten ona sarılmaktan çekinmem. Ama yine de keşke biraz daha sivri dilli olsam diyorum kendi kendime, sana ne beea diyebilmeyi çok isterdim. Yine filmden bir replik: Küçüksen güçlü olmayı öğrenmelisin.

Ve hala James Bond'u merak ediyorsanız söyleyeyim: Capote, cinayet olayını araştırırken, katiller yakalanıp hapse atılır. Ünlü yazar, onlarla ancak ABD Başkanı'nın özel izniyle görüşür. Katillerden biri serseridir, sığdır ve heterodur. Diğeri öyle mi? Değil, o duyarlı, yakışıklı, olayları derinlemesine yaşayıp hisseden, eşcinsel ve James Bond'tur. Son James Bond'umuz Daniel Craig duyarlı katil Perry Smith'i canlandırıyor. Ve filmin sonlarında sıska bücür Capote ile kaslı güçlü Perry'nin bir öpüşme sahnesi var ki, insan ister istemez Capote olmak istiyor.


Capote, Soğukkanlılar romanında bu cinayeti işliyor. Roman Amerikan Edebiyatı'nın en önemli eserleri arasıda yer alıyor. Bu romanından sonra aynı etkide başka bir roman yazamıyor, alkol ve uyuşturucu kullanarak kendisine uzun süren bir intiharı seçiyor ve 1984 yılında hayata veda ediyor

5 yorum:

TiFiLaYi dedi ki...

film harikaydı ve senin de hem kalemine hemde yüreğine sağlık bu güzel yazı için. Hepimiz geçmedik mi bu zorlu aşamalardan, arkadaşlarımız tarafından sanki bir sapıkmışız gibi davranmaları ailemizin ölümcül bir hastalığa yakalanmışız gibi panik yaparak bizi psikologlara gönderme çabaları ve bazen de evlendirmeye çalışmaları....
İlk eşcinselliğimi kabul edişimin ardından tam 12 yıl geçti ilk yıllarda gerçekten çok korkuyordum, çok gizliyordum hatta ve hatta bazen homofobikmişim gibi bile davranıyordum, ama son 7 yıla yakın bir süredir kasmıyorum, soran a evet ben bir eşcinselim diyebiliyorum. tabii bu bir olgunlukmudur yoksa çılgınlıkmı?... orası yoruma açık.....
Ve umut ediyorum ki bizden sonraki nesil umarım bu tür endişeler, üzüntüler duymazlar ve 3. tür insan muamelesi hareketlere maaruz kalmazlar. Biz eskiye göre şanslı sayılırız; hiç yoktan eşlerimle birlikte el ele tutuşup yürüyebiliyor, konserlerde rahatca davranabiliyor sanki normal iki çiftmişiz gibi (Bana göre zaten bizler normaliz), sinemaya ve eğlence merkezlerinde gezebiliyoruz, ya Capote dönemimde yaşıyor yada geri kalmış arab ülkelerinde yaşıyor olsaydık.
Beterin beteri var :) halimize şükürler olsun.

Adsız dedi ki...

capote gibi olmak...
nereye kadar ...
toplum bana uysun gibi bir mantıkla yaşamaya çalışmış ve becerememiş biri olarak diyorum kii kim se kimseye uymak zorunluluğu hissetmesin ama bir zorunluluk olacaksada bunun adı saygı olsun herkes için herkes kadar...





hoş bir yazı olmauş deli ayı yüreğine sağlık...

Adsız dedi ki...

Uzunca bir süre eşcinsel olduğumu kendime bile itiraf edemedim. (yaklaşık 26 yıl) Sonrasında eşcinselim, değilim, eşcinselim, değilim şeklinde papatya falına dönüşen bir iki yıllık -mı acaba dönemi... ve nihayet "Ben bir ibneyim" diyebilmenin dayanılmaz hafifliği... Bu iç ses bir süre sonra dış sese dönüştü. Beni sevdiğini düşündüğüm insanlara "out" oldum. Bir kısmı sanki bu açıklamayı hiç yapmamışım gibi davrandı (bknz. büyük ablam), bir kısmı tedavi görmemi istedi (bknz.ortanca ablam)bir kısmı ise yok oldu. (bknz. ortaokuldan beri en yakın arkadaşım olan kişi)

Şunu fark ettim ki, söylememek en iyisi. Çünkü söylemek hem söyleyen kişiye birşey kazandırmıyor, hem de söylediği kişi bir yükün altına giriyor. Bocalıyor...

Goddess Artemis dedi ki...

In Cold Blood'ı okumuş ve yönetmen Michael Haneke'nin konuyla ilgili çektiği 1997 yılı yapımı Funny Games adlı filmi izlemiş birisi olarak; Infamous çok ilgimi çekti. Hemen bulup izlemeliyim... Tanıttığınız için teşekkür ederim :o)

Emre KORLU dedi ki...

bu filmi izlicem bir film kolik olarak kaçırmamam gereken bir film..
ben babasına ve kardeşine açılmış bir eşcinselim..
açıkcası toplum hiçde tınımda değil..benim için önemli olan babama açılmaktı ve başardım..

istiklal caddesi özgürlüğümüzü yaşadığımız yer (bömböm bakan insanların laflarına kulaklarımızı tıkadığımız amanında çokda tınımızdaydı diye bitanemle birbirimize bakıp gülüştüğümüz)özgürlük alanımız yani..

umarım bir gün eşcinsel insanların varlığını tiksinç gören toplum kendine gelir..ve saygı duyar..
sevgiyle kal..